BAŞ SAĞLIĞI
Bütün BALCI ailesine Baş sağlığı ,geride kalanlara sabır Merhum Celal BALCI'YA Tanrıdan Rahmet dilerim.
Merhaba segili hemşerilerim .
Bu gün zaman tünelinden geçip, geçmişe ağır,ağır giderken ;bıraktığım yerden de bu güne kadarını zaman süzgecinden geçirip, geri dönerken; kendimi adeta bir bulut üstüne çıkmış ve olup bitenleri yukardan seyrediyor gibi hissettim.
Köyümüz , çağımızın harikası olan ,uzağı yakın eden,dostun dosta sevincini ve tasasını anında ulaştıran,birliğin ve bütünlüğün olmasını çabuk kılan çağımızın harikası internette kendi web sitesini oluşturmuştur. Bendeniz yıllardır çok özlediğim halde maalesef köyümüze gidemedim; bazı dostların köyden hatıralarıyla çekmiş oldukları köyümüz'e ait fotoğrafları görüp hasret gideriyorduk.
Şimdi çok daha kolay ve hızlı bir şekilde bu özlem ve arzularımızı giderebiliyoruz .Bu hizmete vesile olan çok değerli şahsiyetlere çok teşekkür edip,saygılarımı sunarken ; köyümün dağına ,taşına ve bütün köy Halkıma özlemle selamlarımı arz ederim .20 /12 / 2010
celal balcı ya Allah rahmet eylesin toprağı bol olsun dileğiyle Balcı ailesine büyük geçmiş olsun saygılarımla
BALCI AİLESİNE BAŞ SAĞLIĞI DİLERİM ALLAHTAN RAHMET GERİDE KALANLARA SABIR DİLERİM
mrh hakkı abi nasılsın yenge gil ne yapıyo buraya gelmeyi dusunmuyomusun cocukları op yerime knd iyb ellerinden operim
slm
karakilise köyün sitesi sonunda yayınlanabildi
www.karakilise.com
Çok Değerli Hemşerilerim; Sizlerin www.hinisinsesi.com sitesine ve özellikle köy sayfalarına verdiğiniz kıymeti çok iyi biliyoruz. Biz www.hinisinses.com olarak bu konuda, elimizden gelen tüm gücümüzü sonuna kadar kullanacağız. Onun için, köy sayfalarına bu günden itibaren bilgi ve daha sonra sizlerden gelen resimlerle yükleme yapılacaktır. Sizler köyünüzün bu çalışmalarına katkı sağladığınız sürece, köy sayfanız diğer köy sayfaların içinde en zengin sayfa haline gelecektir. Bu da köyünüzün seyirci sayısını yükselttiği gibi, site içinde en popiler köyü olarak haber olacaksınız. Yalnız sizlerden tek istediğimiz bizim köy sitelerine yüklediğimiz bilginin doğruluğunu teyit ettirecek belge ve bilginin köyünüz halkı olarak desteklemenizdir. Çünkü Bizler yapacağımız araştırmalar doğrultusunda bu bilgiler yüklenecektir. Bunun doğruluğu sizin onay vermenizle netlik kazanacaktır. Bu konuda bize yardımcı olmanızı bilgilerinize sunar. www.hinisinsesi.com ailesi olarak tüm hemşerilerimize TEŞEKKÜR ediyoruz.
Burhan KAYA
www.hinisinsesi.com
Öncelikle slm. karakilesedekilere hepsine selamlar.umarım site, karakilisedekileri bu sitede bir araya getirir.karakilise köyü resimleri görmek istiyorsanız bu adresi ziyaret etmenizi öneririm. http://karakilise.bravehost.com/index.html
tanıdım hakkı abi sen nasılsın umarım iyisin söylerim bildiklerime siteye girsinler kib slm bay
mrb ben zahit eremci hinis yiboda okudum ve su anda istambuldayim 7dve8d mezun oldum arkadaşlarin aramasini istyorum yzeliklede birgul telek tesekurler bu siteyide kuran herkimsew saygilarimla ve tesekurler 5458325369
SİHİRLİ NAĞMELER
Tek katlı,toprak damlı bir ev…Yer yer duvardan dışarıya kafalarını uzatıp çıkmak üzere olan taşlar…Dışarıyla bağlantısını sağlayan tahtaların kimi çürümüş,kimisinin çivileri geri çekilmiş küçücük bir pencere…Adeta kendinden geçmiş ,zamanını doldurmuş aralıklı pervazlar…Kapıyla pervazlar arasında ıslık çalan rüzgar…Tabiata yenik düşen, iri çatlaklı, düzensiz ,söğüt ağacından eğrice bir eşik… Ve birbirlerini bırakmak üzere olan bu tahtaların arasından dışarıya sızan tambur nağmeleri…İnleyen bu nağmelere boyun eğen varlıklar…
Bu ahengi sese tek dalını uzatarak kulak kabartan yaşlı söğüt ağacı…İnleyen bu sihirli nağmelere karışan Hemzebeg çeşmesinin sesi…Bu ses cümbüşüne eşlik edercesine ,bir senfoni edasıyla kimi kuru,kesik,ince dallarda bazen kanat çırparak ,bazen de tek ayak üstünde salınmakta olan kuşlar…Bir ayağını karnına çekmiş , tek,ince, yarı kuru bir dalda mırıldanarak bu sese kafasıyla eşlik eden göğsü kanlı ,kederli bir serçe…
Zemheri soğuklar tüm hızıyla hüküm sürmekteydi.Her yer beyaza bürünmüş dağ,tepe yumurta şeklini almıştı.İşte perşembeyi cumaya bağlayan böyle bir geceydi.Hızır(A.S)gecesi için yapılacak “ceme” katılmak için bu eve girdim.Gülbangı aldıktan sonra boş bir yere varıp oturdum.Benden önce gelenleri tek tek gözden geçirdim.Neredeyse her evden bir kişi oradaydı. Cemden sonra dağıtılacak yemeğin kokusu gelenlerin burnunu yokluyordu.Cılız bir çocuk kendini bu kokuyu kaptırmış burnuyla onu takip ediyor,bazen de aralıklı kapıdan dışarıya çıkıyordu.
Küçük Seyid , tam köşeye oturmuştu.Altındaki minderde açılan irice güller hemen göze çarpıyordu.Gelebileceklerin geldiğine kanaat getiren oğlu, tandırlığın yanından fırlayıp duvarda asılı tamburu usulca indirdi.Tamburu kılıfından çıkardı.Onu öpüp alnına götürdü. Babasının berisine diz çöküp oturdu. Onun elini öptükten sonra ,iki eliyle tamburu ona uzattı.Küçük Seyid,tamburu aldığı gibi öpüp alnına götürdü.”Eyvallah”deyip nasırlı parmaklarıyla akorda başladı.Tamburun gittikçe inleyen sesi artık “hazırım”diyordu .Küçük Seyid,ahengler dünyasına tam girmek üzereyken,son kez uzaktan yakına detaylıca, her tarafa baktı.Her yer doluydu artık.Yarıya kadar simsiyah olan sütünün yanından tandırın üstüne kadar.Burnunun altını tamamıyla kaplayan ,kırışmış bıyıklarını her iki yandan aynı hizaya getirecek şekilde kalınca parmaklarıyla burdu.Artık cemi başlatmaya hazırdı.Şemo, yana çekilmiş ,hakim bir yerde yerini almıştı.Birkaç dakika sonra başlayacak olan cemde dervişlik yapacak ,kendinden geçecek,kafasını öyle sallayacak ki şapkası kafasından fırlayacaktı.Kendinden geçtiğini görenlerden birkaç kişi koşup Şemo’yu omzundan tutacak yavaş yavaş kendine gelmesini sağlayacaktı.Böylece ne kadar iyi bir insan,Allah’ın sevgili kullarından biri olduğunu herkes görecek,Ondan hep saygıyla bahsedilecekti.Süpürgeci ve diğer görevliler de yerlerini almışlardı.Çok geçmeden cem başladı.
Tambur nağmeleri,dışarıdaki soğuk,fırtınalı kış gecesine karışarak kardan yüzüne beyaz bir örtü çeken kayalıklarda inliyor, kuşburnunun dışarıda olan tek dalına konarak titriyordu.Sanki Hızır’ın Ab-ı Hayatı içtiği o gölden taraf gelen sesler,bu nağmelere karışıyor,
Itri edasıyla uçları çıktı çıkacak simsiyah merteklere çarpıyor ve her uçta inliyordu.
Semahı dönenlerin ruh hali,her yerde hazır olan Hızır’la bükünleşmişti.Her ağızdan dua yükseliyordu arşa.Eline,beline,diline hakim olmanın verdiği bir ruh haliyle bütünleşmişti her can.On dört numaralı gaz lambasından etrafa yayılan cılız ışıklar evin her köşesine ulaşıyor, en köşede oturanı bile siyah bir karartı olarak gösteriyordu.Lamba ışığının çok az ulaştığı bu köşede oturan çocuklar,kendilerinden geçmiş,hıçkırıklarından anlaşılıyordu ki gözlerinden yaşlar pınar gibi akıyordu.Hepsinin ağzında etraftaki tüm ziyaretlerin adı vardı.Arada bir”amin”ya da “hala halaah”sesleri yükseliyordu kara mertekli dama. Çocuklardan biri iki dizinin üstüne doğruldu,gözlerini iyice ovduktan sonra dervişe baktı.Nasıl olurdu bu!Daha bilmem kaç dakika önce bizim gibiydi.Bu nasıl ilahi bir güçtür ki kocaman bedenini böyle titretiyordu.Çocuk dualardan başka, olup bitene pek anlam veremiyordu.O da bu dualara.ağlamalara karışan cemin bir parçası olmuştu şimdiden.
Yıllar sonra köye gittim.O yaşlı söğüt ağacı bu toprak damın üstüne uzattığı tek dalını çekmişti.Koca ağaç yarıya kadar kurumuştu.O eski neşesinden eser yoktu şimdi.Artık o evden ne nağmelerin sesi yükseliyordu ne de bu söğüt dalında her seher vakti kuş cıvıltısı.
O ulvi sesin sahibi ,bir başka diyara göçmüştü.Her perşembe akşamı o mekanda bir mum yanmada şimdi.
HAYDAR UZUN
HOCAMA
TOYNAK
Gün ikindiydi.Değirmen duvarının yanı başındaki girdaba giren suyun akıntısı,etrafında köpükten beyaz bir daire çizerek yoluna devam ediyordu.
Yamaçtaki tek armudun tepesine sırtını dayamış olan Güneş,ışıklarını elma ağaçlarının yaprakları arasından göndererek yalnız elma ağacının altındaki gölette kuzuları yıkamakta olan Rojhat’ın esmer tenini daha da parlatıyordu.
Birkaç çocuk,elbiselerin üstünde yarı çıplak titremekte,kolları yokmuş gibi bedenlerini büzüştürerek ısınmaya çalışmaktalar.Rojhat,Kavak Çukurundan taraf seslerin geldiğini duydu.Bu ses,babasınındı.Yüklü olan atı sabahtan ,yakınlarındaki çayıra bırakmışlardı.Yakında doğuracağı için uzak yerlere,mezarlığın altındaki yamaca götürmemişlerdi.
Evde herkese ait bir hayvan vardı.Sahiplenmek adeta bir gelenekti.Kız olsaydı ihtimalen bir ineği olacaktı.Erkek olduğu için doğacak tay Rojhat’ın olacaktı.Onun da artık bir hayvanı olacak,o da kendini adamdan sayacaktı.Adını “Toynak”koyacaktı.Bitmek bilmeyen devli,perili masalların hüküm sürdüğü uzun kış gecelerinden beri onu hep rüyalarında görüyor,bazen de onunla, sonu bir türlü gelmeyen çayırlarda yan yana koşuyordu..Hatta rüyalarının birinde, gittiği düğünde yarışı kazanmıştı;fakat Toynak’ın boynuna atılan rengarenk eşarbı evin bahçesine girerken nenesine kaptırmıştı.Ona gözü gibi bakacaktı.Onu her gün tımar edip,haftada bir yıkayacaktı.Tuzunu bile kocaman tasta verecekti.Düğünlerde kuyruğuna kına yakacak,kuyruğunu bir gelin saçı gibi örecekti.Gök mavisi yelelerinden alınan iki kılın birbirine değdirilmesiyle nasıl ki sırdan bir at bitiverdiyse,onun atı da öyle olacaktı işte.Babasının köyle bütünleşen bir hayatı vardı.O da küçüklüğünden beri hem çiftçilik yapıyor hem de hayvancılık yapıyordu.Zamanında Onun da bir atı vardı.O da atına aynen böyle bakmıştı.Onun için Rojhat’ı en iyi anlayan yine oydu.
Rojhat nefes nefese yanlarına vardı.Küçücük yavrunun yerde yattığını gördü.İki elini dizlerine koydu. Toynak’a doğru eğildi:Ya ölmüşse! Ya düşündüğüm her şey hayalden öteye gidemezse!Aniden doğruldu.iki eliyle gözlerini sıkıca kapattı.Bir süreliğine öylece donakaldı.
Babası başını kaldırıp Rojhat’a baktı.dönüp bir yavruya, bir ata baktı:
-“Ey,yüreklere serpiştirilen bir avuç sevginle teselli bulan kainat!Varlık-yokluk hep senin eserin.
Ey,kainatın sonsuz sahibi!Hazinenden bağışlanan canların vardır delili.Ey,İsa nefesli tabiat!Nasıl ki ,her baharda yeniden canlanıyorsa tüm nebat;ona da bir can bağışla ,yepyeni bir hayat.”
Toynak ayağa kalktı.Bir sağa bir sola sendelendi.Annesinin alnına son öpücüğü kondururcasına alnını yaladı.Rojhat ve babası onu alıp eve getirdiler.Günler ,artık bitip tükenmek bilmeyen gecelere dönüştü.Bilmem kaç zaman sonra aydınlık dünya, bir çuvaldızın deliğinden görünür gibi eşikle kapı aralığından grileşmeye,sonra gittikçe beraklaşmaya başladı.
Toynak gittikçe büyüyor,büyüdükçe annesine benziyordu.Günün büyük bir kısmı Rojhat’la evlerinin önündeki çayırda geçiyordu.
Toynak sanki,annesinin öldüğü çayırı biliyormuşçasına her sabah ,bir güdüyle başını oraya doğru çeviriyor,hasretlik bir tavırla acı,kısa kişniyordu.Sonra,yerlere sürten burnunu havaya kaldırarak,hiç tanımadığı annesinin kokusunu alabilmek için ,içine o çayırların havasını derinden derine çekiyordu.
Rojhat her gün Toynak’ı alarak;Lılıkan yamacına ,köyle yayla arasında kalan o eşsiz yeşillikler diyarına götürüyordu.Bazen de Koğun eteğine yapışmış, eski ve yeni karın üst üste yağdığı, soğuk suların hiç eksik olmadığı yaylaya yada ormanıyla, soğuk pınarlarıyla köye yoldaşlık eden Fate deresine ;bir dal ucuna ,bir çiçeğe,topraktan yeni fışkıran beyaz ve irice mantarlara ,kocaman ağaç köklerinin dibinde yada az ötede filizlenen taptaze fidanlara konan baharın keyfini çıkarıyordu.
Bir sonbahar günüydü.Rojhat bir yılı daha geride bırakmış, okul çağına gelmişti.Her sabah atını sevdikten sonra okulun yolunu tutuyordu.O gün de öyle yapmıştı.O ,okula gittiğinde Toynak ,pencerenin önüne geliyor,arkadaşını göremeyince biraz bekledikten sonra istemeyerek oradan ayrılmak zorunda kalıyordu.Bir bahçenin aşağısına gidiyor,bir merdivenlerin yanına geliyor kısa kısa kişnemelerle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
O gün ders erken bitmişti.Rojhat sıradan kalktığı gibi dışarı fırladı.Zaman kaybetmeden evin yolunu tuttu.Eve yaklaşınca atı,merdivenlerin yanında,çeşmeye taraf öylece durmuş Onu bekliyordu.Kitaplarını duvarın üstünde sıra sıra dizili koyun tezeklerinin üstüne bırakıp,ona koştu.Atın başını bir çırpıda kucağına aldı.
Toynak,tek ayağını yere hafif hafif vurarak ,Rojhat’ın kulağına fısıldar gibi kişnedi.Rojhat onun başını bıraktı.Gittikçe derinleşen gözlerine baktı.İki damla yaş,Toynak’ın gözlerinin önünde ,cılızlaşan Güneş ışınlarına inat billur gibi parlıyordu.Rojhat ,elinin tersiyle kendi gözünü ,tek eliyle de Toynak’ın gözünü sildi alnından burnunun deliklerine uzanan nişanımsı beyazlığa kadar.
Toynak’ın annesi her yıl düzenlenen geleneksel yarışta derece üstüne derece yapmıştı.Bu da öyle yapacaktı.Bir mayıs günüydü.O yörede en ünlü atların katılacağı yarış yapılacaktı.Rojhat iki gün önceden atın son bakımını yaptı.Yarışın yapılacağı günün sabahında ilçedeki yarış alanına gitti.Çok geçmeden tüm atlar toprak alana indiler.Yarış büyük tezahüratlar eşliğinde başladı.Toynak’ın nallı ayakları toprak alana değip süvarisini adeta toz bulutu içinde bırakıyordu.Gittikçe arayı açan Toynak tüm rakiplerine büyük bir fark atarak yarışı kazandı.
Rojhat’la Toynak ikindiye doğru köyün altındaki yeşil alana vardılar.Toynak, annesinin öldüğü o çayıra,Ahırçimene,yaklaşıp öylece durdu.”seni en iyi şekilde temsil ettim.Bundan sonra da temsil etmeye hazırım.”manasında başını aşağı yukarı sallayarak uzun uzun kişnedi.
HAKKI AKDAĞ
YAVUZ SULTAN SELİM LİSESİ MD.YARD.
SİİRT
ANNE Dışarısı bahar,Ama;içime ayaz düşmüş,Üşüyorum anne!Yoksa, kış mı geldi yüreğime ne!Gül getirdim sana.Hani geçen yıl bahçeye dikmiştik ya,İşte o gülden .Hani bana çorap örüyordun,Çeyizine de koy diyordun ya!Geçerlerde halam ördü orlonla eh işte!Ayaklarımı koyuyorum,parmaklarım üşüyor,Parmaklarımı nefesimle ısıtıyorum,Yüreğim üşüyor anne,yüreğim!Dün çerçiden bir tarak aldım,Sağdan soldan topladığım yünleri vererek.Ama;saçlarımı acıtıyor anne!Hani örük örük yapardın ya,İşte,öyle olsun istiyorum yaa!Ama;olmuyor ki…Kimseler de artık oralı olmuyor.Ne yapayım,kardeşimi de ben yıkıyorum,Geçen sene aldığın yeşil leğende.Hele şu yamalar,dikiyorum dikiyorum bitmiyor ki...Geçenlerde sana gelecektim az kalsın.Nasıl olacaksa!Al,şu çiçeği başucuna dikiyorum.Yarın , mutlaka ama; mutlaka gelip sulayacağım,Günün kutlu olsun anne!Hakkı AKDAĞ
HASAN
Bir kuşluk vaktiydi. Bir gümüş zamanıydı. Günün parıltısı vurmadaydı durgun suya. Ve Suyun yüzeyinde parıltıdan misketler yuvarlanmadaydı sanki.
Ani bir haykırışla her yer inlendi.
“Hasaaan!” diye seslendi babası. Ses yoktu. Her yer sihirli bir aleme bürünmüştü bu zaman diliminde. Devam etti:
“Geç oldu. Sözde erkenden yola çıkacaktık. Bak, Gevre’nin Celili dereyi çoktan geçti. En geç biz kaldık,” dedi.
Ama ne söylenenleri, ne de söylenecekleri duyacaktı Hasan. Çünkü o, annesinin mezarını, gitmeden önce, son kez de olsa ziyaret etmeye gitmişti. O, mezarlıkta kimsenin kendisine bakmak istemediğini, babasının da yeni karısının adeta kölesi olduğunu, evde kendisinin yüzünden tartışmaların eksik olmadığını, babasının kendisini yatılı okula göndermek mecburiyetinde kaldığını, artık ne cumalarda ne de bayramlarda mezarını ziyaret edemeyeceğini, allahaısmarladık için geldiğini, annesinin mezar taşına anlatmaya gitmişti aslında. Olup biteni annesi nasıl duyabilecekti ki? Babası bekleyedursun, Hasan taş duvarların arasındaki yoldan çıkageldi. Kapılarının önünde kendisini bekleyenleri gördü. Gönderileceğine bir kez daha inanan Hasan’ın kolu kanadı kırıldı. Tam yanlarına yanaşıp öylece durdu. Durgun gözlerle onların kenetlenen ellerine baktı. Teyzesi koşarak Hasan’ın boynuna sarıldı. Annesinin kendisine emanet ettiği hamaili ona verdi. Hasan onu önce göğsüne bastırdı, sonra pantolonunun kocaman cebine soktu. Bu arada gözlerinden kopan iki damla yaş önce Hasan’ın kirli eline, sonra da kurumuş toprağa düştü.
Teyzesi ona: “ Bizi unutma emi! Tatillerde mutlaka gel. Amcan oralara geldiğinde muhakkak seni görmeye gelecek. Ayrıca kış için sana yün çorap göndereceğim. Hani annenin sana verdiği koyun vardı ya işte onun yününden yapacağım çorabı. Üstelik, uçları yanları da desenli olacak” dedi.
Hasan; artık gelemeyeceğim buralara, bu insanları, şu söğüt ağacını, değirmenim karşısındaki çeşmeyi hiç göremeyeceğim, gibi bir ifadeyle etrafı son kez süzüyordu.
Babası bir kez daha seslendi. “Haydi, vedalaş da gidelim!” dedi.
Hasan başını önce eğdi. Hiç kimsenin yüzüne bakamadan sadece kendisine uzanan ellere son öpücüğü koyarak geçiyordu diğerine. Kendisine uzanan son nesne bir el değil, eşeğin ipiydi. Yola koyuldular. O gidiyordu; fakat ondan bir şeyler kopup oralarda kalıyordu. Nasıl kalmasın ki, o en güzel günlerini oralarda geçirmişti. Hem gidiyor, hem de en uzaktan en yakına doğru gezdiği yerler, ışkın ve mantar topladığı dağlar, çayırla son kez gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçiyordu. Eski yayla, yaylanın yolundaki ziyaret, ili baba, elma ağaçları Mendik çayırı.. Artık gidemeyeceği yerleri beyniyle geziyor, oralardaki her bir taşa, ağaca sevgi ile sarılmak, saatlerce sarılmak istiyordu. Bu arada durmadan hayalinden uzaklaşıyordu. Tüm bu yerler soluk bir resim gibi geçiyordu gözlerinin önünden.
Öğle vakti ilçeye vardılar. Her zamanki gibi babası hanın önünde durdu. Eşeği hana çekmek istedi; fakat handa yer yoktu. Eşeği derme çatma odunluğun yanındaki bir ağaca bağladı. Oğlunu alıp okulun yoluna düştü. Hasan’ın gözünde her şey bambaşkaydı; fakat eksik olan çok şey vardı. O, çevresini saran tüm varlıklara yabancıydı. Çok geçmeden okula vardılar. Kocaman demir kapının önünde kendilerini o gün bekçi olan Veysel Amca karşıladı. Onlara ne yapacaklarını bir bir anlattı. Hasan anlatılanları pek anlamamıştı aslında. Babası onu okula teslim edip, oradan ayrıldı. Çocuk babasının peşinden bir süre bakakaldı. Elinden bir şey gelmiyordu artık. Akşam olmadan arkadaşlarına katıldı. Buradakiler de onunla aynı kaderi paylaşıyorlardı.
O, utangaçtı, ürkekti. Hiç kimseyle konuşmuyordu neredeyse. Etütlerden, derslerden zaman buldukça okulun yanından geçen tren yoluna iner, rayların vardığı son şehri, oradaki insanları düşünürdü hep. Aslında düşündüğü, kendi köyüydü. Çoğu zaman yanıp sönen loş ışıklara dalardı. Bu ışıkları annesinin Perşembe günleri evlerinin yanındaki ziyarette yaktığı mumlara benzetirdi.
Hasan çalışkanlığıyla, efendiliğiyle herkesin dikkatini çekti. Kısa sürede sevilen biri olmuştu. Bu okulda kaçıncı yılı olmuştu. Son girdiği sınavı da kazanmış, istediği okula girmişti.
Başka bir diyara gitmek üzere hep raylarına bakıp içlendiği trene binip oradan da ayrıldı bir sabah vakti.
HAKKI AKDAĞ
YAVUZ SULTAN SELİM LİSESİ MÜD. YRD.
SİİRT
herkese slm lar bende çok özledim dikili köyümüzü hakkı abim sanada slmlar
DEĞERLİ KÖYÜMUN GÜZEL İNSANLARI TARİH BOYUNCA . BİRÇOK BASKIYA MARUZ KALMANIZA RAHMEN . HİÇ BİR ZAMAN KİŞİLİĞİNİZDEN VE İNANCINIZDAN TAVİZ VERMEDİNİZ. MUCADELENİZ SONUCUNDA HEP BAŞARIYLA ÇIKTINIZ. GEÇMİŞTE CEMEVİ İLE İLGİLİ BİR ÇALIŞMAMIZ VARDI . BAZI NEDEN LERDEN DOLAYİ ERTELENMİŞTİ.
13. 01. 2013 TARİHİNDE İSTANBUL HINIS-TEKMAN DERNEĞİNDE YAPTIĞIMIZ TOPLANTIDA . CEM EVİ SURECİNİ HIZLANDIRMA KARARI ÇIKTI VE AYNI TOPLANTIDA 4.5OO.TL(DÖRTNİNBEŞYÜZ) DE TOPLANDI. BANKAYA YATIRILDI.
AYLIK 50 (ELLİ) TL OLMAK ÜZERE AİDATLAR HER AY TOPLANACAK TOLANTIDAN HEBERİ OLMAYAN DOSTLARA DUYRULUR. KÖYÜMÜZ İÇİN ÖNEMLİ BİR ADIMDIR. İNŞALLAH BİR AN ÖNCE BAŞARIYLA BU İŞİN USTESİNDEN GELECEĞİZ. . BİRLİK VE BERABERLİĞİMİZE VESİLE OLUR. KATKI SUNMAK İSTEYEN TÜM DOSTLARIMIZI BEKLİYORUZ HEPİNİZİ SEVGİYLE VE SAYGIYLA SELAMLIYORUM SAĞLIKLA KALIN DOSTÇA KALIN